26 Şubat 2015 Perşembe

İğneada 20111 mayıs


 

Gece 24:45 de hepimiz Hürmüz’ün organizasyonu sonucu bir minibüs’ün içinde İğneada’ya doğru yol almaya başlamıştık bile tek eksiğimiz Hürmüz olarak. Bir senedir bu geziyi bekliyordu bir çoğumuz ve yine bir çoğumuz için ilk olacaktı İğneada ve çevresi. Rehberimiz alanı iyi bilenlerden Cemil’di. Gezi boyunca kendi deneyimlerini aktararak katkı sağlayan bir ikinci kişi de Bahar abla oldu.

Sabah öngördüğümüz saatten bir saat önce İğneada’ya ulaştık. Otel boş olduğu için girdik ve odalarımızı bulduk. İlk indiğimiz andan sabahın ilk ışıkları ve kahvaltı bitimine kadar yoğun bir Bülbül şakıması hiç kesilmeden devam etti. Gün ışıması ile birlikte Mavi Baştankara, Büyük Baştankara, Kumru, Serçe, Kaya Güvercini, Horoz sesleri eklendi bu ötüşe. Sabahın yumuşak güneş ışığında karşıdaki bahçenin içinde Ladin ağacının tepesinde 5-6 adet Arı Kuşu şakımaları ile bu çok renkli ses kuşağına dahil oldular. Sabah gördüklerimiz gün içinde olacakların habercisiydi aslında. Güzel bir gün bizi bekliyordu.Huzur veren bu seslerin eşliğinde kahvaltımızı bitirip hemen yola koyulduk. Yolumuz uzundu hedefimiz Hamam gölü ve Saka gölü idi Mert gölüne zaten uğrayacaktık ilk uğrak noktamız o idi. Solumuzdaki denize bakarak gölün denize doğru uzantısındaki kıyıda Emre Bey’in konuşlanmış olduğunu gördük ve oraya doğru ilerledik. Manzara müthişti. Sumruların beş türü ve Kumkuşları bir aradaydı. Kara Sumru’ya hayran olmamak elde değil... Tüm renkli kuşlara inat sadeliğinin güzelliği ve yumuşak uçuşu ile kendine farkında olmadığı yeni bir hayran kitlesi oluşturdu.

Kara Karınlı Kumkuşu ve Kızıl Kumkuşu isimlerinin hakkını verir biçimde renklenmişlerdi. İçeriye doğru ilerlediğimizde ise gördüğümüz nazlı nazlı salınan bir Kuğuydu. Yeşilbaşları alan içinde gördük. Burada ürüyor olabileceklerini düşündüğünü söyledi Cemil. Suna'lar gölde bulunan bir başka geç kalmış konuklardandı .Tepemizden Kaşıkçılar geçiyordu. Azımsanmayacak bir hareketlilik söz konusuydu.

Yürüyüşümüzü göl’ün izin verdiği ölçüde göl kıyısında, kumul alanda ve çoğu zamanda orman içinde sürdürdük gün boyu. Yürüyüş esnasında çokça gördüğümüz türlerden biri de Ağaç Serçesiydi. Küçük guruplar halinde uçuyorlardı. Dinlenme noktalarımızıda o anda bizi en çok hangi alan cezbediyorsa onu tercih ederek seçiyorduk. Cazip yer sayısı çok ve yolda uzun olunca birkaç kere bu dinlenme ve soluk alma işini yaptık.

Alanlardaki kuşlara bakarken gökyüzünü de kontrol etmeyi ihmal etmiyorduk. Leylek, Yılan Kartalı, Arı Şahini, Şahin, Ala Doğan, KOK, Delice Doğan, Kara Leylek gördüklerimizdendi. Göç, İğneada semalarında da hızla devam etmekteydi. Tek üzücü olay Mert Gölü ve Bulanık Dere arasında yere inmiş halde gördüğümüz Şahin’in geri dönüşte kontrol ettiğimizde ölmüş olduğunu görmekti.

Biz bu gezide kuş gözlemi dışında kelebek gözlemi ve bitki gözlemi de yaptık. Zengin bir bitki örtüsü ve yaşam alanı zenginliği barındıran bu yerlerde her şeyi algılamaya, öğrenmeye çalışıyorduk. Doğanın cömertliğine karşı kendimizce tüm bunların farkında olduğumuzu gösterme ve bir saygı sunmaydı yapmaya çalıştığımız. Solda deniz ve kumul arazi ve kumul bitkileri, bitiminde maki bitkileri ve ormana geçiş, yüksek ağaçlar ve orman altı bitkileri ki içinde orkideler, ters laleler, menekşe türleri , soğanlı çeşitleri, çok yıllık çeşitleri barındırıyordu. Bu güzelliklerin üstünde dolaşan kuşlar, böcekler, kelebekler her birine hayran kaldık. Yürürken bir bakıyorsunuz İbibik karşıki dalda ya da yerde, çalıların arasından Bülbül fırlayıveriyor, Örümcek kuşu sanki sizi takip ediyor. Alanların sahipleri size kendini ya gösteriyor ya da sesi ile ben buradayım diyor.

Bu keyifle yürürken hepimizin görmek istediği en ortak tür Ak Kuyruklu Kartal onu gören Tunç tarafından müjdeli bir haber olarak etrafa yayıldı. Hepimiz sessizlik içinde ve hayranlıkla küçük sevinç nidalarıyla onu izlemeye başladık. Ak kuyruğu, kuş uzak olmasına rağmen ışıkla yaptığı her uygun açıda parlıyordu. Yetişkin bir Ak kuyrukluydu izlediğimiz. Yemek için durduğumuz noktada da izlemeye devam ettik. Ara için ulaştığımız nokta herkesten onay aldı; içinde sazların olduğu bir göle tepeden bakan, serin bir ağaç altı. Karşınızda deniz, arkanızda orman ve denizin üstünde Ak Kuyruklu Kartal, kuş sesleri artısı. Bundan daha güzel bir dinlenme yeri yoktu bizim için o anda. Tek eksiğimiz Bahar abla ve benim yanımıza az aldığımız suydu o kadar.

Orman içine girdik. Amacımız Hamam Gölü ve Saka Gölü’ne ulaşmaktı. Kara ağaçkakan ve diğer ağaçkakan türlerini görmekti. Etrafı dinlemeye başladık. Saat 14:30 -15:00 arasıydı ve Kara Ağaçkakan burnumuzun dibinde bağırıyordu. Onu görmek için çabalar sarf eden bizlere görünmedi sadece sesi ile yetinmemiz gerektiği konusunda bizi ikna etti sonunda. Ses çalmak görmek için kesin bir çözümdü ama bu gurupdaki hiç kimsenin tercih etmeyeceği bir durumdu. Halimizi kabullenmek en doğru olandı bize göre.

Orman içinde minik bir kayboluş yaşadıktan sonra ve geri dönüşe geçmemizin gerekliliğinden dolayı Hamam ve Saka göllerine gitme hedefinden vazgeçtik. Biz istesek Cemil bizi göllere götürmeye kararlıydı ama dönüş yolu gözümüzde büyüyordu. Hepimiz çok yorulmuştuk ve bir kısmımız susuzdu.Orman içinde vaha gibi duran papatyalarla dolu bir alana yayıldık. Dilek az olan suyunun bir kısmını bizimle paylaştı. O su olmasaydı biz biraz zor dönüş yolunu bitirecektik o kesin. Bahar abla burada da kelebek arkasından koşturmaya devam etti ve gün boyu neden hiç kelebek olmadığı konusunda şüphelerini, olasılıkları dile getirdi. Bu konuda hüsrana uğramıştı ama ertesi gün atacağı kertik bu üzüntülerin hepsini alıp götürecek bir teselli olacaktı.

Dönüş yolunda daha önce gördüklerimize ek türlerin dışında bir tekrar yapmış olduk Ak Kuyruklu Kartal tekrarların içinde yoktu. Kızıl Sırtlı Örümcek Kuşu dişisi ile beraber yol boyunca hep karşımıza çıktı. Oburca yakaladığı böcekleri, sinekleri yemekteydi.

Dönüş yolunda Bahar abla ve ben Cemille beraber en önden ve hızlı bir tempo ile gidiyorduk, sebep malumdu ikimiz için ;suya bir an önce kavuşmak. Mert Gölünden geçerken Cemil’in ‘ördek’ uyarısına dürbün bile kaldırmadık ama zaten biliyorduk orada gördüğümüz Yeşilbaşlardı ama asıl sebep susuzluğumuz ve harcayacak bir saniyemizin bile olmadığıydı. Bizler minibüse doluşmaya çalışırken Sercan ve Burcu kumun üzerinde fotoğraf için uğraşmaktaydılar. Bu muhteşem yılan fotoğrafı o anda çekilmiş.

Varış noktamıza gelen minibüse doluştuk ve en yakın markete üşüştük. Su, soda ve sıvı olan şeylere saldırdık çekirgenin tarlaya saldırdığı gibi. Artık hazırdık liman arkasına gidip akşam üstü deniz gözlemi yapmaya ve yemeğimizi liman manzarasında yemeye... Teleskop kuruldu ve ilk görülenlerden biri Karaboyunlu Batağan oldu. Denizde Yelkovan geçişi de vardı. Asıl bomba tür teleskopu yukarıya lokantanın önündeki boşluğa kurunca kendini gösterdi. Kara Gerdanlı Dalgıç liman içindeydi. Akşam üstü kertiği olarak bir çoklarımızı sevindirdi.

Gün güzel renkli Arı kuşları, Bülbül sesleri ile başlamış ve yine bir sürprizle bitmişti. Hem yemek yedik hem Kara Gerdanlı Dalgıç’ı izledik. Yemeklerimize hep güzel bir tür eşlik etti desek abartılmış bir durum tanımlaması olmaz.


Akşam bir kısmımız Baykuş dinlemeye giderken bir kısmımız yatağa gitmeyi tercih etti, sabah erken kalkacaktık ve çok yorulmuştuk. Ertesi gün planlarımızda oldukça yoğun sayılırdı. Baykuş dinleme denemesini ilk İğneada'ya gelirken gece yolda durup yapmıştık ama hiç ses duyamamıştık sadece duyar gibi olmuştuk bu denemede de duyulmamış baykuş sesi.Ama gece orman kenarında gökyüzü anlatılamayacak kadar güzeldi baykuş sesi için durduğumuz yerde. Işık etkisi olmadığı için gökyüzü yıldız doluydu, şehir insanlarının kendi yapay ışıkları bu güzelliği görmeye engel maalesef. Ama hiç baykuş göremedik diyemeyiz; İstanbul'a dönerken kendini ötücü zannetmiş bir Kukumav'ı tellerde gördük.

Ertesin gün minibüs bizi orman girişinde bıraktı buradan asıl su basar ormanlara girecektik. Göreceklerimiz konusunda Cemil bizi heyecanlandırdı. Girişteki ağaçların üstünde Sarıasma vardı ama görmek konusunda şansımız kapalıydı. Hep sesini duyduk gezi boyunca aralıklarla, Karatavuk eşliğinde ama göremedik. Guguk da orman içinden derinlerden seslendi ama görünmedi. Kuşların bir çoğunu önce sesinden Cemil fark ediyordu sonra arayıp buluyorduk. Bahçe tırmaşık kuşu da bunlardan oldu. Bahçe tırmaşık kuşuna doyduk diyebiliriz. Meşe, Gürgen ve Kayın ağaçlarının aralarında geziyorduk.

Orman içi tam subasar ormandı. Yürümekte çok zorlandık ama her durumda yolumuzu bulduk. Mandalar sağ olsun, orman içi yolların yaratıcıları ve bizlerin yardımcısı ,Bahar abla her fırsatta bize bu bilgiyi hatırlattı. Araziyi hayranlık uyandıran kıvrımlarla bölen derelerden, çevredeki malzemelerle yapılmış köprülerden geçtik. Dere suyunun içilebilirliğini test etme şansı yakaladım. Orman alaca ağaçkakanını, Yeşil ağaçkakan ve Ortanca ağaçkakanı burada gördük, hem araziyi tanıdık, hem kayıtlarımızı attık.

Orman çıkışında Sarıasma sesi ile uğurlandık. Erikli Gölü’nün kıyısında bulunan araba yolunun kenarına gittiğimizde saat öğleye yaklaşıyordu. Küçük balaban çalıların arasında Burcu’nun fark etmesi ile görüldü. Göl sakindi. Ak Balıkçıllar, Alaca Balıkçıl, Kuğu vardı. Kırlangıçlar her tarafta uçuşuyor ağızlarında çamur parçaları yuva yapıyor ya da eski yuvaları onarıyorlardı. Şehir içinde binaların köşelerinde de yuvaları vardı. Burada ise seçtikleri yer köprü altıydı. Bölgede Kırlangıç yuvalarına sıkça rastladık. Diğer göl içi ve göl kenarında gördüğümüz türleri de kayıt altına aldıktan sonra yaz döneminde çok kalabalık olup yoğun bir kullanım baskısı ile karşı karşıya kalan bu sakin alandan şehir merkezine doğru yol aldık.

Yemek yedikten sonra pansiyon açmış olan Okan Can ve Özge Kesapli Can çiftini ziyaret etmek için Limanköy’e gittik. Pansiyonun yerini beğendik. Henüz sezon açılışını yapmamışlar ama yakında faaliyete geçeceklermiş. İğneada’ya gidecek arkadaşlarımızın bir kapısı daha var artık. Pansiyon 12 ay açık olacak. Ballarının iyi olduğunu duymuştuk, almak istedik ama çoktan bitmişti. Çoğumuz onlara özenmedi desek yalan olur. Dün hiç arazide eksik olmayan hatta ondan başka nerede ise kelebek yok diye düşündüğümüz Turuncu süslü burada da karşımıza çıktı. Bahar abla’nın ardı sıra bizde kelebeği takip ettik. O kısmın ayrıntılarını Bahar abla kelebek gözlem yazısında anlatacaktır mutlaka. Dupnisa mağarasına uğramak üzere oradan ayrıldık.

Dupnisa mağarası ve çevresine bakmak herkesin ortak isteğiydi ve zaten Cemil çizdiği rotanın içine bunu koymuştu. Dupnisa’ya giderken yol üstünde iki noktada durduk. İkinci durduğumuz nokta Sarp deresi olarak geçen bölgedeydi.

Çütre aramak için oraya indik ama bulamadık. Bulduğumuz orkidelerdive Çiğdem’in ayaklarından kaçan bir yılan. Ötücüler vardı. Ve çok miktarda örümcek... Hem arazi içindelerdi hem de hızla yoldan bizim bulunduğumuz alana iniyorlardı. Her yerde hareket vardı. Ağaçlar en taze yapraklı halleri ile karşımızdaydı, kuşlar yavrularıyla, çiçeklerin renkleri çok canlı ve etkileyiciydi. Fotoğraf makinelerimiz hiç durmadı. Belgeleme telaşına düşmüştük gördüğümüz güzellikleri.

Dupnisa’ya ulaştığımızda gördüğümüz kalabalık karşısında şaşırdık. Meğer sezon açılışı günüymüş. Dilek’in bilgilendirmesi ile öğrendiğimize göre yarasaların üreme döneminde mağara kapatılıyormuş. İçeriye girdik, sürekli akan bir insan kuyruğuyla. Çıktığımızda dinlenmek için kayalıkların üstüne oturmuştuk ki karşımızdaki dağların üstüne doğru yükselen Şahin’ i gördük, oldukça yakından izleme şansımız oldu. Arabanın yanına doğru inerken şenlik, eğlence ve müzik bazında tavan yapmıştı. Trakya’nın 9-8 lik ritmi herkesi neşelendirmiş her köşede müziğin ritmi ile dalgalanan insan gurupları yaratmıştı. Arabaya doğru giderken Bahar abla’nın koşarak bize doğru geldiğini gördük. O mağaraya girmemiş, ben kelebek bakıyorum siz beni arabanın civarından alırsınız demişti. Ne aradığını biz sonra öğrendik. Aradığını bulmuştu sevinci görülmeye değerdi. Hep birlikte bizde araziye koşuşturduk. Kimsenin kafasını çevirip bakmadığı çayırlık alanda Trakya’nın 9-8 lik ritmi eşliğinde bizde İncili Kelebek’in arkasında fotoğraflamak için dalgalanıyorduk neredeyse. Doğa’nın bütün nimetleri aynı değere sahip ve aynı hassasiyetle korunmaya, bilinmeye Bahar abla’nın heyecanı ve keyfi bunu insana her defasında hatırlatıyor.

Yanından geçip kaçırdık diye üzüldüğümüz köy kahvesinde kahvecinin başını döndüren bir ihtiyaç molası verdik. Çaylar, sular, maden suları, bisküviler, meyveler, kuruyemişler havada uçuştu. Sanırım bütün çayını içtik, o nasıl yetiştireceğim telaşını çok yaşamadan oradan uzaklaştık. Kahvedeki molamızda tam yanımızdaki bahçede fındık ağacına konan Kızılkuyruk (erkek-dişi) dürbün karşılaştırmasında konu mankenimiz oldu. Kahveden ve yol üstünde rast geldiğimiz yerlerden kuru otlar aldık çay yapmak için ve güzellik sularından içtik, yetmedi bir şişe bile olsa doldurup yanımıza aldık.

Istrancalar dan geçerken manzara görülmeye değerdi, insan inanamıyor buralar için fikirler projeler üreten kişilerin kafa yapısına. Meşe türleri, Kayınlar, Gürgenler, Akçaağaç türleri içindeki böcekleri, kuşları, dibinde yaşayan bitkileri ile değer biçilemez. Yine iyi tür çıkabileceğinden emin ve güzelliğini biraz dolaşarak algılamamızı isteyen Cemil’in önerisi ile arabadan indik. Yol yapımındaki taş ihtiyacını karşılamak için bir kısmı yerle bir olmuş tepenin üstüne doğru yol almaya başladık ki Cemil Sarı Çinte sesini duydu ve buldu kuşu, bir çalının tepesinde. Sapsarı kafası ile güzel ötücüyü hem dinledik hem izledik. Kirazkuşu da aynı arazide sürekli ötmekteydi. Göç’ün alametleri burada da göründü KOK, Şahin, Küçük Kartal diğer görülen türlerle beraber kayıt altına alındı. Alanı gerçek sahipleri olan ağacın tepesine konmuş bize bakan 4 adet Kuzguna bırakarak ayrıldık. İstanbul’a vardığımızda saat 23:00 a geliyordu. Tüm gözlemlerimiz boyunca hava açık, güneşli 18-20 sıcaklık derecelerinde seyretti. Deniz kıyısında 14 Mayıs'ta öğleden sonra akşam üstüne doğru hafif rüzgar vardı. Toplamda görülen, duyulan tür sayısı 100.

Geziyi düzenleyen, tüm ayarlamaları yapan ve maalesef diş problemi yüzünden aramıza katılamayan Hürmüz’e ve gezi boyunca tüm bilgilerini bizimle paylaşan rehberlik yapan Cemil’e ve ona kendi arazi deneyimleri ile destek olan Bahar abla’ya, hoş sohbeti ile arabaya neşe katan Ayşegül Gezgin’e, annesine hiç sorun çıkartmayan uyumlu Sarp’a çok teşekkür ediyoruz. Gruba yeni katılan arkadaşlarımızın heveslerinin artarak devam etmesi dileğimiz.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder