8 Haziran 2010 Salı

Filyos ve Yenice Ormanlarının göbeği...


Sabah 7:00 treni ile Filyos'a gidecektim.İstasyona gittim bir çay söyledim.Sakindi istasyon,keyifle çayımı yudumlayıp poğaçamı yerken istasyonun taşıyıcı demirlerinin arasındaki boşluklara yuva yapmış ev kırlangıçlarının sabah kahvaltı uçuşlarını izliyordum.Tam fotoğraflıktı ama ben izlemeyi tercih ettim.Fotoğraf makinesi,dürbün,çanta derken ağır bir malzeme ile yola koyulmuştum.Mustafa Filyos'dan dahil olacaktı ve ileriye doğru devam edecektik.Bu sefer güzergahımız onun deyimiyle Yenice ormanlarının göbeği idi.Önce onun teklifi ile arabayla gitmeye karar vermiştik ama düşündüm şimdi arabayla gitmek bizi tembelliğe itecekti en iyisi biz yine yürüyerek gidelim dedim.Kararımız bu oldu.Bu karara sonra pişman olduk yağmur yüzünden daha yukarılara çıkma imkanı bulamamıştık.Arboretumu göremedik.
Trenden indiğimiz yer istasyon yanında birkaç yemek yenecek yerin olduğu,arkasında sisli,kayalık dağ silsilesinin göründüğü kendi halinde sakin bir yerdi.Koku ve görüntü beni daha sonrada gün içinde defalarca aynı duyguyu hissedeceğim çocukluğumda yaz tatillerinde gitiğimiz Rize'ye götürdü.
Birer çay içip  demiryolundan emekli bir amcayla sohbet edip yola koyulduk.Emekli demiryolu çalışanları ne olursa olsun demiryolundan ayrılamazmış,evleri demiryolunu görür,yine etrafında gezinir,trenin sesini duymadıkça rahat edemezmiş.Ne yokolmaz bir bağlantı.Bunu daha öncede duymuştum ama o durumu yaşayıp itiraf eden birinden duymak,anlatırken gözlerdeki heyecanı,özlemi görmek bunun bir söylenti değil gerçek olduğunu bana kanıtladı.
İstasyonun hemen yanında yeni kesilmiş ve kesilmekte olan 80-90 yıllık Kayın ağaçlarını gördük.Birkaçı daha yaşlıydı.Bu kadar yaşlı ve sağlıklı ağaçlar niçin kesiliyordu acaba.
Araba yolundan karşıya geçtik ve köy yoluna daldık.Bizi bekleyen daha doğrusu beni Mustafa biliyordu bir asma köprü oldu.Rizedede bunun daha uyduruğundan geçmiştim çocukken ama buda heyecanlıydı doğrusu.

Asma köprü onunla uyum içinde olduğunuzda ''herşey gibi''keyifli.Uyumu bozduğunuzda korkutucu.Uyumu çıkışa yaklaştığınızda bozmanızı tavsiye ederim.İşte o zaman güvenli ve heyecanlı:)Köprü bitimi girdiğimiz yol etrafda bulunan ağaçlardan çalılardan ve havanın hafif yağışlı olmasından dolayı loşdu.Minik bir köprüden geçerken alttan akan suyun içinde Mustafa bir yılan gördü sessizce ona bakmaya başladık,ilginç olan hiç hareket etmiyor olmasıydı Mustafa ölmüş dedi,daha doğrusu öldürülmüş.Çocuklar yapmış olabilir,kafasına taş atılmış.Civarda yaşayan insanların yılan gördüklerinde öldürmesi birgün gelip onun onları öldürmesi korkusu.Ülkemizde diğer ülkelerdeki düzeyde hele hele buralarda öldürücü etkisi olan yılan yok.Ama hastanede yılanın soktuğu bir kadın görmüştüm,kadının acısının yüzüne yansıyan görüntüsünü hatırlıyorumda dayanılmaz olduğu aşikar ama bu yinede onları keyfen öldürmemizi gerektirmiyor.Hatta oradaki insanlar için faydalı hayvanlar,fazlalık fareleri onlar tüketiyor.


Şimşirler küçük ağaççık halinde ve üstlerinden aşağılara doğru yosunlar sarkıyor.Yukarıya doğru çıkarken Çütre'nin bağrış çağrış ötüşünü dinledik bol bol ve kendisini izledik.Sağolsun bizi uzun bir süre takip etti ve onu izlememize  isyan edip kaçmadı bende böylece hep sesini duyduğum bu güzel kırmızı kafalı ve bağırlı kuşu izleme,dinleme şerefine nail oldum.
Köyün içine doğru ilerledik.Araba yoluna çıkmıştık.Köy sessiz ve sakindi.Hafif yağmur çiseliyordu.Artmaması isteğimizdi.İyice yukarılarda yol kenarındaki bir çalıda Mustafa Boyunçeviren'i gösterdi.O da yakınımızda neredeyse 4-5 metre uzakta yere kondu,silkelendi,gitti biraz ilerideki çite kondu.Bizde sadece izledik fotoğraflayalım diye telaşa girmedik.Gerçi Mustafa makinesini getirmemişti ve bu kadar yakında olması ve çekememiş olmak onu üzmüştü.




Yol altında yoğun bir yeşil örtü bize hep eşlik etti gezi boyunca.Yağmur artmaya yüz tutunca bizde mecburen geri döndük.Araba olmadığı için bu yağmurda yukarılara gidemedik ve Arboretumu göremedik

Trene yetiştik ve Filyos deltasına doğru yola koyulduk.Zonguldak'tan gelecek iki kişi ile buluştuk ve deltaya gittik.Gelenler macro fotoğraf çekiyorlardı orkide çekmek için gelmişlerdi.Bende üçüncü orkidemi orada gördüm.



Anacamptis laxiflora subsp.laxiflora -boşluklu çiçekli orkide(Salep sümbülü)
Bataklık alanın yanında,kışın su basan bölgedeydi.Etrafda sazlıklar vardı.Sazlık kenarında Sümbüller açmıştı.






Kumul üstünde sarı çiçekli gelincikler vardı





















En az 100 senelik olduğunu düşündüğümüz Dışbudak ilginç gövdesi ile alana bekçilik ediyor gibiydi.Filyos gelişiyor olmanın,gemi taşımacılığının gazabına uğrayacak gibi duruyor.Mustafa ve bilim adamları Belediye başkanının ve Belediye meclisinini aldığı yanlış kararlarla mücadele içindeler.Gözü kara bir biçimde bölgenin tahribatını önlemek için.





Mustafa'yı Filyos'a bırakıp Zonguldaklı arkadaşları orkideyle tanıştırmak ve eve dönmek için yol almaya başladık.Yanına geldiğimizde saat 19:00 geliyordu.Onlarda benim kadar sevindi ve ona zarar vermeden ve yanında ona yetişmeye çalışan yenilerine dikkat ederek bol bol fotoğraflamaya başladılar.

Görmiyeli benim ilk gözağrım büyüyüp serpilmişti ve etrafında ona yetişmeye çalışan hemcinsleri vardı.Ben yukarılara çıktıkça hem yeni Ophyrisler le hemde yeni orkideyle karşılaştım.


..Henüz yeni yeni çıkmaya başlayan yeni arkadaşlada o zaman tanıştım.Anacamptis pyramidalis(Piramidal orkide)Çam salebi,peynir çiçeği,yoğurtçuk diğer adları.












Orkidelerden biri akşam yemeğini sayesinde sağlamış bir örümceği konuk etmekteydi üzerinde.Bu örümceği aynı biçimde bir kelebeği yakalamışken de görmüştüm.Arı'yı avlamış haliyle ilk defa görüyordum. Yukarıda  düzlük kısım henüz açmakta olan hemcinsleriyle doluydu.



Hemen yanlarında bulunan Arbutus andrachne ve Ardıç yarenliği oradan ayrılmadan önceki son gördüklerimdi.











Hiç yorum yok:

Yorum Gönder