24 Aralık 2011 Cumartesi

ZONGULDAK

Zonguldak.Benim doğduğum şehir.Aynı zamanda sevdiğim şehir.İstanbul'da yaşasam da sıksık gittiğim bir şehir.Türkiyeyi ısıtan bir şehir.Bütün balıkçılarının hemfikir olduğu ,güneşin batışının mükemmel olduğu bir şehir.Aile ziyaretine ve dinlenmeye gittiğimde pencereden keyifle izlediğim bir şehir.İşte bir kaç örnek.

MERMER VE CAM MOZAİK:DOĞADAN GELENLERLE YAPILANLAR...



2005 yılında Mozaik yapmayı öğrendim.İlk çalışmam Boticelli'nin Venüs'ü oldu.Venüs'ü 20cm uzunluğunda,1cm yüksekliğinde ve 3mm kalınlığında çeşitli renklerde kesilmiş mermerleri yine 3mm ve biraz üstü kalınlıklarda özel elmas uçlu kerpetenle kesip fırça ve vücut hareketlerini dikkate alarak yapıştırmak sureti ile yaptım.Kendisi 150 cm boyundadır.Ne kadar zamanımı aldığını sorarsanız eğer boşluklu 3 ay diyebilirim.Ama hergün çalışarak sanırım 1.5 ayda biter diye düşünüyorum bir yenisi.Daha sonra camları keserek Şahmaran çalıştım.Şimdi vakit buldukça Şahmaranlar çalışıyorum.Mozaikle ilgili düşüncem onları bahçe uygulamalarında projelere dahil etmek.Mozaikle çok hoş uygulamalar yapılabilir.

 














 
 
 
 
 
 

TREN SEYAHATİ NOTLARI


Tren;benim çocukluğumda kalmış ama yıllar sonra Kars'a gidiş gelişlerimde tekrar hayatıma girmiş bir ulaşım aracı.Ankara garından çıkarken sizi uğurlayan Atatürk ile başlayan uzun,konforlu,sürprizli bir yolculuk diyorum ben bu seyahatin özetine.
Uzun bir yolculuk yapacaksanız ve vaktiniz var ve treninde size verecek yataklı bir odası varsa şiddetle tavsiye ediyorum tren seyahatini.Kah uyuyun,kah kitap okuyun, sıkıldınız kah dolaşın,gidin lokantaya orada sıcak sohbetler kuracağınız bir kişi mutlaka bulursunuz.Lokantada oturmak iyi tercihlerden birisi çünkü görüş alanınız genişliyor.Hemen hemen dışardaki hiçbirşeyi kaçırmıyorsunuz.Eğer fotoğraf çekmek ilgi alanınızsa tren seyahati size camından özlellikle vagon sonundan harika kareler yakalama olanağı sağlıyor.Trenin içide artısı fotoğrafsa derdiniz.
Benim birde dürbünüm vardı tüm bunların yanında.Onunla nemi yaptım?Tabiki etrafa ve özellikle kuşlara baktım.Geçen sene Ekin Kargası,Küçük ak Balıkçıl,Karabaş Martı,Gökkuzgun,Arı Kuşu,İbibik,Örümcek Kuşu,Delice,Şahin,Leylek,Küçük Karga,Kuzgun,Kerkenez,Sığırcık ve biemediğim bir çok küçük kuş bana yolculuğumda eşlik etti.
Gökkuzgun'u ilk gördüğüm anı hiç unutamıyorum;dürbünüme takılan mavi bir kuş acaba bu nedir diye merak ve onu yakalamaya çalışmak,kitaba bakmak acaba bu o mu derken evet çığlığı.Arazide uçan mavi bir kuşu fark etmek çok heyecan verici hele birde ilk defa gördüğünüz bir kuşsa.
Trenin her geçtiği bazıları artık neredeyse hiç kullanılmayan istasyonlarda hüzün,çoğunlukla huzur saklıydı.İlk kullanıldığı günleri düşündüm terkedilmişliklerini gördüğümde.Nasıl dolu,nasıl heyecanlı günler geçirdiğini.Ne umutla ileriye bakıldığını.Şimdiki yalnızlığını hiç düşünmediği zamanlarını.Herşey değişir doğru ama işe yaraması daha faydalı olanlar neden terkedilir,değişim gerekliliği dayatması neden bu yanlış üzerinden beyinlere kazınır.Defterime Çerikli'nin istasyon binası çok estetik ve güzel diye not bile almışım.
Süngütaşı adlı bir yerden geçerken vay vay demekten kendimi alamadım,müthiş kaya oluşumları benim ağzımdan şaşkınlık ve hayranlık dolu bu nidaları çıkarmama sebep oldu.
Tezek dolu heryer.İnsanlar kış hazırlıklarını yapıyor bir yandan.Çobanlar koyunlar,inekler var dağlık bomboş arazilerde kimide hemen şehrin yanıbaşında ama sanırım farkında belkide değil ama ben dağlık arazideki çobanın daha huzurlu olduğunu düşündüm nedense.
Dereler akıyor.Boş dağlar ,boş araziler yoğun yeşil kadar güzel ve huzur dolu.Gördüğüm kadarı ile bile bu ülkenin heryeri çok güzel.Yokluğu ile varlığı ile herşeyi ile.
Eski köprüler ne kadar estetik.Yenilerin hantallığını görünce şaşırıyor insan.Teknoloji geliştikçe estetikde kaybolmuş.
Dağlık bir araziden geçerken bir parıltı gözlerimi kamaştırdı dürbünle baktım o tarafa nedir bu diye.Parlaklık bir azalıyor bir çoğalıyor,şıkır şıkır bazen.Sonra yakaladım,belirginleşti Erzincan tarafıydı dağdan aşağıya yöresel kıyafeti ile bir kadın iniyordu.Boynundaki takılarına elbisesindeki simlere güneş vurdukça parlıyordu ama nasıl parlamak.Aramızda 300-400 metre vardı ve etrafda ne bir insan ne bir hayvan vardı ne de bir ağaç yerleşim yeride en az onun yürüyüşe başladığı yerden 1.5 km uzaktaydı ve o dağdan aşağıya yerleşim yerine doğru koşa salına elinde geniş bir tepsi ile inmekteydi ışıklar saça saça.Kendimi birden bir masal içinde, masalın kahramanı bir kızı izlerken hayal ettim taki binaların ayırdına varana kadar.Yüzümdeki gülümseme şimdi bunları yazarken bile oluştu kendiliğinden o andaki gibi.Oralarda yok yere öldürülen bu masal kızlarını düşündüm.Bu güzel ülkedeki bütün masal kızlarını düşündüm.Çaresiz kendileri için biçilmiş yaşamı giymeye zorlanan.
Buralarda başka bir dostluk trende bile olsanız fark ediliyor .Tarlalarda çalışan çiftçilerin arkasındaki karga yığınları aradada birkaç tane leylek.Arkadaşı olmuş bu toprak insanının koca boş arazilerde,yardımcı insanların yanında .Çalışan insanın yanıbaşında, hemen gerisinde ya da çokça uzağında bu guruba bazen bir yırtıcıda dahil oluyor.Bir çeşit yarenlik fayda hesaplı,ama dingin.


Uzun bacaklı büyük kuşların huzurlu ve sakin duruşları sanki ermişlik halleri huzur veriyor insana,en azından bana.Düşündürür ; acaba bu dinleme ve sakin bekleyiş olgunluğuna insan neden çok ileri yaşlarda kavuşur ki kimi bunun yakınından bile geçemezken.Karakter ne menem bir şeydir ki herkesde başka şekil alır,insan da çok çeşitlidirde çoğu zaman hayvan benzetmesi üzerinden insanda tanımlanır. Tren de etrafla beraber kendinizide yeniden gözden geçirme şansına sahip oluyorsunuz,düşünüyorsunuzda düşünüyorsunuz.Tüm bunların eşliğinde Kars'a yaklaştım.
Kars girişine az kala Sarıkamış'a yaklaşmadan nasıl sıkı yağmur yağıyordu iyiki yanıma yağmurluğumu almışım.İnsanlar piknik yapmak için ovalara şehir yakınındaki boş arazilere gelmiş güneşli havanın keyfini çıkarmaya ama hava bir doluyor bir boşalıyor zaman zaman güneş açıyor.Ben görmedim ama bir yerlerde kesinlikle gökkuşağı var dedim kendi kendime.Sonra öğrendimki aynı saatlerde arabaları ile gelen arkadaşlar gökkuşağı görmüşler ve hepimizin yapmak istediği ama beceremediği işi gerçekleştirmişler;Gökkuşağının altından geçmeyi!Ben yapabileni duymadım onlar yaptuklarını iddia ediyorlar ve tabiki dilek tutmayıda unutmamışlar.Yalnız şunu öğrendimki hani gökkuşağının altından geçersen kız olan erkek,erkek olan kız olur hikayesi,bu uydurma.Arkadaşlarımın ikiside aynı hallerinde yaşamlarına devam ediyorlar .Bizde kurs döneminde havanın sürprizlerinden olan gökkuşağı ile karşılaştık uzaktada olsa gördük ve hemde iki tane yanyana gördük.Kars bize bol sürprizli ve keyifli bir dönem geçirtti desem yalan olmaz.Kars da dikkatimi çok çeken şeylerden biride çok güvenli bir şehir olmasının dışında Atatürk sevgisi idi.Kimi büyük şehirlerde fotoğrafı kaldırmak için çeşitli kurallar koymak çabası olsada bu şehirde fotoğrafı koymasada olabilecek dükkanlarda bile Atatürk ün fotoğrafı vardı baş köşede ve gururla asılıydı.Zamanında çok sıkıntı çekmiş bu şehir gerçi şimdide Erzurum ile kıyaslandığında çok unutulmuş gibi görünsede Rusların şehircilikdeki doğru yanılmaz öngörüsünün güzel bir eseri.Sadece o güzelim binalar ehil ellerden bir çeki düzen bekliyor o kadar.

KARS VE ARAZİ NOTLARI...

.
Kars'da bu sene bir ay kaldım(2009).Bu fotoğraf ilk onbeş günlük kısmın sonundaki sergide çekildi.İkinci onbeş günlük periyodun sergisine kalamadım.Kars'da çok kalmıştım ve işler beni beklemekteydi.Çalışma masamdan çok sayıda bitki geldi geçti,çizildi,boyandı,sergiye ve kitaba elden geldiğince hazırlanmaya çalışıldı tarafımdan.

Dere kenarında müthiş Kars kalesi manzarasına bakan Namık Kemal Toplum Merkezinde yapılıyordu kurs ve bildik yere yeniden gelmiş olmak sevindirici idi.
Kursun ilk günü sabah dere kenarından gelen keskin ve metalik bir kuş sesi dikkatimi çekti.Bülbül sesiydi ama hangi bülbül?Eh daha uzun bir süre buradaydım ve sanırım onu görmeyi başarabilirdim.
Sabah erken kalkıyordum ve bütün gün masa başında oturuyordum sadece yemek molaları ve çay molalarında masamı terkediyordum ve dolayısı ile hareket açısından zayıf haldeydim bunu bir nebze yok etmek adına sabahları evden kalktığımla çıkıyordum ve 25 dk.lık yolu yürüyerek kurs yerine öyle ulaşıyordum.Sabahları pazara uğruyor biraz meyve alıyor meydandaki dükkanını en erken açan eczacı beyle mutlaka günaydınlaşıp ve yol üzerindeki diğer esnaflarlada aynı gün başlangıcını yapıp arada yolda karşılaştığım birkaç kişi ile kısa sohbetler edip sabah seromonimi tamamlamış olarak geliyordum salona.Ve kuşu ilk duyan oluyordum.Gün arasında da çok ötüyordu.Akşam üstü ötüşlerini daha uzun gerçekleştiriyordu.Kesinlikle bülbüldü hemde Kamışbülbülü.Bendeki kitapda tanımı aynen şöyle''Sulak alanların,su kenarlarının birbirini örtecek derecede büyümüş nemli çalılıkların ve hendeklerin koyu renkli,zor görülen kamışçınıdır.Sıklıkla aniden başlayan ötüşüyle farkedilir,ancak görülmeden önce kaçar ve kaçtığı yerdede ötmeye devam eder(yer tanımı aynen uyuyor hele kuşun karakter tanımı aynen,çıldırtmıştı beni bu davranışı ile).Sesi gür ve metaliktir'' Onu görme isteğim devam ederken bu arada iki akkuyruk sallayan ile arkadaş olduk.İnsana yakın bir kuş, bunu öğrendim.Sabahları ben terasa çıkınca onlarda önce köprü üstünde görünüyorlardı,sonrada çatıya konuyorlardı.







Onlarla aramız iyiydi ama şu bülbül bana kendini göstermiyordu.
Bir sabah dürbünle geldim görebilirim ümidi ile oda olmadı.Göremedim ,göremedim.Ama sağolsun güvercinler ve ebabiller uçuşları ile kaleyi ve köprüyü sürekli tavaf ediyorlardı bir yandan.Çizim yaparken sırt ağrısı oluyor onu yok etmenin en güzel yolu terasdaki güneşle ısınmış kızgın taşa yatmak ve gökyüzüne doğru bakmak ,güvercin ve ebabil uçuşlarını izlemek.Geçen sene yine öyle bir yatışlı dinlenme anında sesiyle beraber Kızıl Şahin görmüştüm.
Sonunda bir hafta ''ben bu kuşu göremiyeceğim''e ikna olmuş bir durumda geçti gitti.Artık vazgeçmiştim.Onu görmeme izin yoktu.Kabullendim.
Birgün diğer günlerden daha erken geldim,bina çok havasız kalmıştı,hemen kapıyı açtım terasa çıktım.Derin sabah nefesini içime çektim ve gevezenin sesini burnumun dibinde duydum.Beş ,altı metre önümdeki kamışların içinden geliyordu.Döndüm o tarafa diktim gözlerimi niye dürbünüm yok diye hayıflanarak.
Ve ötüşü ile beraber 5 yada 6 saniye onu gördüm.Hemen kaçtı ve gittiği yerde ötmeye devam etti ama ben onu gözlerimle yakalamış ve hafızama çoktan hapsetmiştim.Bir hafta daha keyifle kendisini dinledik.Her sesini duyuşumda da sanırım o istedi ve ben onu gördüm azmimi fark edip giderayak üzmemek istedi beni diye düşünmedim değil.Ötüşleri birden duyulmaz oldu.Onun gitme zamanı gelmişti.
İkinci kursun başlangıcı öncesinde bitki toplama arazisine katılma isteğimi sağolsun Emrah arabada bana da yer açarak geri çevirmedi.Bu sayede Kars'ın güzel doğasına daha bir yakından tanık oldum.


Çıldır gölünü ve çevresini gördük.Yaylalara kadar çıkıp bitki topladık.Bu gezinin en güzel yanlarından biride tele dizilmiş dört adet guguk kuşunu görmek oldu.Kara çaylaklarda görülmeye değerdi.Dönüş yolunda arabanın 1,5 metre yanında yoldan geçerken gördüğüm yere konmuş bir Kızıl Şahin benim için günün en güzellerindendi neredeyse .Hava ,yola düştüğümüzde sıcak ve güneşliyken yukarılara çıkmaya başladığımızda ve öğleden sonra soğudu ve kapandı.Önce sıcaktan piştik sonra üşüdük.
Kursun ilk onbeşgününde bizlere iki kardeş yavru kedi eşlik etti.Kursla beraber onlarda yok oldu.İlk onbeş gün herkesin kucağında mutlu mesut bir dönem geçirdiler o kesin.Kuzey Doğa derneğinin yaptığı bir kursdu bu .Maalesef bu sene sonuncusu gerçekleştirildi.Ve beş yıldır devam eden bu kursun ürünü Kars'ın Bitkileri adında bir kitap olacak.Hepsi el çizimi bilimsel çalışmalara hizmet edecek düzeyde ve meraklısına.Kuzey Doğa Derneği kayda değer yararlı çalışmalar yapıyor Kars için ve bölge için.Ülkemizin diğer şehirlerindede bu tarz çalışmalar yapılabilir.Olanları belgelemek ileriye taşımak adına.Ülkeye ve insanlığa yararlı olacak her çalışmanın artması ve çoğalması dileğim.

5 Ekim 2011 Çarşamba

BOLU-YENİÇAĞA GÖZLEMİ

Sabah 9:00 da Bolu-Yeniçağa’ya ulaştık.Acilen kahvaltı yapma isteği ile doluyduk.Gölün hemen yanında Şoförler kahvesi diye bir çayhane gördük hemen daldık içeri.Samimi bir karşılama gördük kahveciden.Çayı lezzetliydi gerçekten.Bu lezzetli  çayları getirdiğimiz kurabiyeler ve sandviçlerimizle birlikte yudumlarken kahvecinin de  sorularını cevapladık;nereden geliyorsunuz?ne için geldiniz?dedi haklı olarak ben de böyle bir iş yapsam her günkilerden farklı gelen bu dişi ağırlıklı guruba sorular sorarım.Daha sonra birileri ona ,buraya şöyle şöyle birileri geldimi diye sorduğunda cevap verebilmeli.O yüzden bu minik karşılıklı tanışma garipsenecek bir durum değil.Zaten gittiğimiz yerlerde kendimizi mutlaka tanıtıyoruz ki oralarda bulunuş halimiz garipsenmesin.Daima gidilen çevre ile olumlu ilişkiler içine girmek,tanışmak önemli.Evrende tüm sağlıklı ilişkiler böyle kuruluyor bence. Kuş gözlemlemek için geldiğimizi söylediğimizde hem çırağı hem kendisi yüzlerinde oluşan gülümseme ile kuş gözlemlemeyi bildiklerini bize belirttiler.Sorduk zaten biliyormusunuz diye evet biliyorlardı  ve onayladıkları bir durum olduğu yüzlerindeki ifadeden de anlaşılıyordu.Hemen arkasından gidilebilecek yerlerden bahsettiler.Anlattıkları yer bizim gideceğimiz yermiş Mustafa gelince öğrendik.Orada çok Kartal var,çok güzeldir oraları dereler vardır küçük küçük.Güzeldir ,yayladır oraları  açıklamasından sonra bize bir kuşu sordu kahve sahibi.Ormandan sesi geliyormuş ve çok yankılanan bir sesmiş bunlarda merak etmişler ve kuşu yakalamışlar.Tarifi şu;Çok küçük bir kuş,küçük ağızlı,kuş gagası gibi değil de ağzı sanki  yarasa ağzı gibi olan bir kuş,çok küçük olan bu ağız kocaman açılıyor,perdeli.Biz de kitap dan gösteriyoruz o mu bu mu derken,acaba baykuş türümü görmüş diye de düşünüyoruz hani en küçüğünden buralarda olmayanından, en son tanımlama bize kuşu buldurdu;o kadar sesi büyük ve korkunç ki bu ses, ondan nasıl çıkıyor,bilmeyen korkar  dediğinde evet diyoruz; Çobanaldatan.Resmini kitap dan gösterince ‘’Evet bu o’’diyerek onaylıyor.Kendisinin avcı olmadığını,ama Zonguldak ve yakın civardan çok avcı geldiğini söylüyor.En çok da geyiğe geliyorlarmış avcılar. Gölümüzde çok kuş olur şimdi yok, kışın yine gelin dedi ve iyi gözlemler diledi.

Mustafa ve Burdur’dan gelen arkadaşlarla buluştuk,  sabah derin orman’a girip kuş sesi dinlemişler.Bir gün öncede Şakrak görmüşler.Bizde görürüz diye düşünüyoruz.Gideceğimiz yer Dörtdivan ve o bölgede ki köyler, hep yol üstünde olacağımız ve aralarda içerilere gireceğimiz konuşuldu.Düştük yola.Çevrede çok miktarda tavuk çiftlikleri var ve tabii o meşhur tavuk gübresi kokusu.Hava kuru olduğu için beklide çok rahatsız edici değildi.Bülent o kokuya hayvan yemi turşusu dedi.Yapılışı ilginç;bir örtünün altına tarla artığı ürünler ve mısır koçanları konuyor ve bırakılıyor.Bu koku oymuş.Ben çok rahatsız olmadım işimiz gücümüz hep toprak ve gübre ile olduğu için sorun olmadı ama Dr. arkadaşlar rahatsız oldu.Tarlalarda fare delikleri vardı bolca.

Her yer göz alabildiğine açıklık arazi,boş tarla.Küçük dereler var ki onların birinde Dere kuşu görülmüş ama çekememişler.Dere kenarları söğüt ve kavak dolu,diğer ağaçlar meyve ağaçları çoğunlukla.
Bir süre sonra hepimiz arabalardan döküldük,nasıl dökülmeyelim,bize doğru gelen Yılan Kartalı,Küçük Kartal,Kızıl Şahin,Küçük Orman Kartalı hem de oldukça yakın mesafede göçteler.Bolca hem  izlendiler hem de  Burdur ekibi  tarafından fotoğraflandılar.Orada sevinç çığlıkları atarak izledik fotoğrafçı arkadaşlar birkaç türü bir arada görmenin keyfi ile bolca deklanşör çalıştırdılar.

Oradan yolumuza devam ettik,önü daha açık bir alana geldik,durduk etrafa bakıyoruz alan taraması yapıyor Mustafa bir şey var mı diye.Olmaz mı hem de nasıl var.Karşıdan salına salına geliyor koca uçan halı.
Ben de az buçuk 4 yıldır kuş bakmaya çalışıyorum ama en çok şu 2 yıldır yoğun bakıyorum ve görmenin nasip olmadığı kuşlardan bu hem nasıl  geliyor,arkasından bağıra bağıra gelen Kuzgun la beraber;Kara Akbaba.Ama yalnız değil arkasında bir de Sakallı Akbaba var.

Başka bir tarafdan da Şah Kartal bu diye bağıran Mustafa’nın uyarısı ile bir oraya bir buraya bakıyoruz.Kızıl Şahinler bir yandan.İstanbulda görünce yüzde güller açtıran bu türler bol miktarda burada mevcuttu.Habitat onların habitatı ve şanslıyız ki göç var .Bizler çıldırmış bir halde hem fotoğraflıyoruz hem gözlemliyoruz.Onların hiç umurunda değil,kim bunlar diye arada bir bize kafalarını devirip bakıyorlar o kadar.Kuzgun da sayıca fazlaydı ve tek başlarına gördüklerimiz dışında eğer bir Akbaba varsa etrafta o da mutlaka arkalarından bağırış çağırış takipçisiydi onların. Sığrcıklar,tarlalardan gurup halinde kalkıp inen Tarla kuşları,Boğmaklı Toygarlar  hep çevredeydiler.Önümüzden ağaçlara uçup giden Yeşil Ağaçkakan tüm ısrarlara rağmen fotoğrafçılardan kaçmayı her seferinde başardı.
Adaköy çevresinde ve yol boyunca ilerlediğimiz durduğumuz her yerde en çok rast geldiğimiz kuş Kızıl Şahindi.İstanbul’da Şahin ne ise Kızıl Şahin de burada o.Burada da İstanbul’un aksine Şahin seyrek görülüyor.Gün boyunca nerede ise her yerde rastladığımız kuşlardan biride Kara Akbaba oldu.Şah Kartal’ın hem erişkin , hem genç halini gördük.Çok güzel kuş gerçekten.Eh bu kadar tür gördük Bolu’ya gelirken bir dileğim vardı ;Kaya Kartalı görmek.Muhteşem kartallardan biri benim için.




 En son durduğumuz nokta Akbabalar’ın dışında bugün için başka bir yeni türü de konuk etmişti;Kaya Kartalı.Bütün güzelliği ile ona saldıran Kızıl Şahin ve Kuzgunlar’ı arada bir bertaraf ederek tepemizde,göz alanımızda bize şenlik yaşattı.Dileğim gerçek olmuştu eh bir de Balık Kartalı’nı görsek dedim.Ama gün sonunda Kaya Kartalı ve diğer gördüklerimiz bize yetecekti Balık Kartal’ı daha sonraya kalmıştı.

Kaya Kartalı iri bir Kartal ama Kuzgun ve Kızıl Şahinlerin saldırısına uğramaktan kurtulamamıştı.Gelen kuşları tanımlamaya çalışıyor bir yandan da yukarıdaki şenliği seyrediyorduk ki guruba bir kuş daha dahil oldu kuyruğunun çatalı onu ele verdi; Kara çaylak dı bu arkasından gelip geçen Gökdoğan ile birlikte uğrayıp,geçip gidenlerden oldu.

Kavganın sebebi çevredeki çiftliklerden tavuk ölüleri atılmış ağaç altlarındaki yığındı  büyük ihtimal,çevredeki çoban köpeğinin de nasibini aldığı.Köpek 10 dk. İçinde 2 tavuğu taşıyıp daha sonra yemek üzere toprağa gömüyordu.



Menderes’in yanına uğradık bir ara,avcılar sohbetine rast geldik diyebiliriz.Evinin bahçesinde 4 ya da 5 av köpeği vardı.Onların dışında birde bekçilik yapan bir köpek.Köpeklrden biri nerede ise bir deri bir kemik kalmıştı.Sebebi domuz’a yattıkları yerde bırakmışlar köpeği ve unutmuşlar.Geldiğinde cansızmış nerede ise birkaç gündür yemek yiyormuş.O zayıf hali ile dahi hareketliydi.Domuz avına gidiyorlarmış.Vurdukları domuzları Akababalar için açık alanlara atıyorlarmış.Tavuk çiftliklerinden çıkanlarda,ölen hayvan leşleri de açık alanlara atılıyor ki yırtıcı kuşlar beslensin.Çevrede yaşayanlar yırtıcı kuşların farkındalar ama kafalarını kaldırıp bakmıyorlar bile,doğduklarından beri gördükleri bir kuş olduğu için belkide.Onlar için serçeden farkı yok,bizim için anlamı başka.


Bir köy yoluna girmiştik yine bakıyoruz Kızıl Şahin’e ve diğer kuşlara.Oradan geçen bir köy kadını bize laf attı ne yapıyorsunuz,kuşların resmini mi çekiyorsunuz?Yol kenarındaki Ahlatı gösterdi’Ahlat’ı çekin ahlatı dedi bağıra bağıra,aman sakın beni çekmeyin diyerek de takıldı çocuklara bir yandan da yürüyor.Mustafa ve ben dururmuyuz çektik onu ve isteğini gerçekleştirdik, ahlatı da çektim.Aklıma Mehmet Birand’ın Alıç ağacı ile sohbeti geldi.Oradaki Alıç ağacı tek başına koca ovada duran.Çok yalnız olmasa da tekti buradaki ahlatta.Ne de olsa yabandı meyvesini en çok hayvanlar yerdi.Belki onun dibine de biri gelip derdini dökmüştü.Tüm bunların etkisi ile fotoğraf oldu,anılar defterime.

Burası gerçekten çok güzel,bu alanların dışında çevre ormanlarla kaplı.Birden fazla habitat'ı bir arada görmeniz mümkün.Türkiye’nin bir çok yerinde böyle bir durum söz konusu.Buranın kuşlarının turistik açıdan önemini biliyorlar da,ne yapılıyor bilmiyorum.
 Daha sonra gördük yol kenarında, bölgeyi tanımlayan ama diğer reklam panolarının yanında yıpranmış,harap olmuş nerede ise yıkılacak haliyle ‘‘KUŞ CENNETİ’’tabelasını.Üstünde rengi solmuş bir Şah Kartal fotoğrafı, büyük puntolarla yazılmış adı.Eh bu da bir şeydir,en azından buralarda ne var onu biliyorlar.Çevre koruma ve uluslar arası bir araştırmada faaliyet gösteriyor gibi duruyor.Ama genelde bir sakinlik var çevrede.Pazar günü olmasının bunda etkisi ne kadar bilmiyorum.
En son uğrağımız hep birlikte Yeniçağa gölü oldu.Balık tutuyordu birkaç kişi.Orada Sakarmeke,Küçük Batağan,Bahri,Yeşilbaş gurubu ve Karabatak vardı.Balık Kartalı bu mevsimde görülmeye başlıyormuş ama bize nasip olmadı.
Bir dahaki sefere görmeyi umarak teldeki göç yorgunu Kırlangıçlarla,balıkçı ve piknikçilere alanı bırakarak oradan ayrıldık.Burdur ekibinin yolu uzundu,onları yola koyduk makinelerindeki kayda değer Trakuş sayfalarına yansıyacak karelerle.

Mustafa Erturhan sayesinde verimli bir gün geçirmiştik.Yanımızda İKGT üye adayı bir karı koca onlara söylenmiş ‘’arazide görmeden kimseyi kuşçu yapmıyoruz’’ açıklaması üzerine ve istekleri de bu yönde olduğu için  bizimle beraberlerdi ve ilk arazilerinde en afili kuşları görerek yeni üyelerimiz oldular.Bütün gün kabul görüp görmediklerini öğrenmeye çalıştılar bir yandan kuşları gözlemlerken.

Mengen tarafında orman içine girme isteğimizi gerçekleştirip kuş dinlemek istedik ama çok ilerleyemedik.Yürüyüş imkanı kısıtlıydı.Ben tabi yine burad da bahçelerde kullandığım Cotinus cogyria yı görünce mutlu oldum.Doğal olarak var olduğu için.Hemen etrafında Yabani Kızılcık vardı üstündede kızılcıklar.Meyve niyetine yedik.Tadı güzel,pazarda satılanlardan daha küçüktü.Sonrdan dikilmiş çamların arasında kendi bitki örtüsünü de oluşturmuştu doğa.

Geri döndük arabayı bıraktığımız yerde yol kenarında taşların arasında   Yakıotu’nu farkettik yattık yerlere çekebilmek için o kadar küçüktü .Hepimiz kendi makinelerimizin izin verdiği şekilde bitkiyi fotoğraflayıp Mengen’in güzel yemeklerinden bir karışımla günümüzü noktaladık.
Dönüş yolumuz heyecanlı ve biraz stresli geçti.Kamyon ve Tır saldırısına uğradık.Bizde sorumlu vatandaş olarak plakalarını alıp ilk gördüğümüz Trafik Polisi’ne verdik.Bir tanesi Bülent’in söylediğine göre biraz ilerde kenara çekilmişti bile.